21 Mayıs 1864… Yüz yıllık bir savaştan yenik çıktılar.

Osmanlı topraklarına savrulup düştüklerinde bildikleri en iyi iş savaşmaktı. Birikmiş kinleri vardı kendilerini göçertenlere. Sınır boylarında gönüllü asker oldular. Yüzlerce yıldır savaştıkları Çarlık Rusya’sına karşı bu defa  Balkanlar’da, Kafkas topraklarında Osmanlı adına savaştılar. Kimi zaman nizami orduda asker, kimi zaman Teşkilat-ı Mahsusa’da gerilla oldular. Muktedirlerin halen lanetle anılan hikâyelerde de yer aldılar, kahramanlık hikâyelerinde de. Kuvay-ı İnzibatiye’de Anzavur oldular, Kuvay-ı Seyyare’de Ethem; Ankara’da 920’de Yeşil Ordu oldular, İştirakiyun oldular, Bolşevik Taburu’nda komutan… Velhasıl bütün halklar gibi korkak oldular, cesur oldular, hain oldular, kahraman oldular yani demek istediğim şudur ki iki gözüm: sürüldükleri topraklarda tutunabilmek için, evet bütün halklar gibi ”umudu” nerede görmüşlerse onun yanına durdular.

Mehmet Reşit Bey’le başlasak diyorum.

Hani Kemal Tahir’in ünlü romanı “Yorgun Savaşçı”nın hemen başında, Cehennem Topçusu Cemil’in sevgilisinin dürbünle pencereden etrafı seyre durmuşken, tabancayla intiharı görüntüye düşen kişi, siyah kalpaklı adam, yazarın muhayyilesinden çıkmış biri değil, gerçek tarihi bir kişiliktir: Çerkes Dr. Mehmet Reşit Bey.

Yıl 1919’dur ve 1915 Ermeni tehcirinin bir numaralı sanığı olarak tutuklu bulunduğu Bekirağa Bölüğü’nden kaçtıktan sonra girdiği silahlı çatışmada sağ yakalanmamak için son mermiyi kafasına sıkarak intihar etmiştir. Anıları yayınlandı. İtiraftır. Lanetle anılır. Daha az bilinen, İttihad-ı Osmani Cemiyeti’nin beş kurucusundan biri olduğudur. Konuyla bağlantısız olmakla beraber, olur a meraklısı için küçük bir parantez: diğer dördünden biri Kürt, biri Arap, biri Arnavut, biri Azeri’dir. Eksiklik Türkün olmayışıdır. Bunu bir yana bırakacak olursak açık ve seçik olan, örgütün en azından kuruluşta gayet Osmani olduğudur. Bir noktaya daha dikkat çekip parantezi kapatıyorum: örgütün kurucusu beş kişinin tümü askeri tıbbiye çıkışlıdır.

Sonradan Ahmet Rıza’nın Paris merkezli İttihat Terakki Cemiyeti ile birleşecek olan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’nin on kişilik kurucu üyesinin ikisi Çerkesdir: İsmail Canbulat ve Ömer Naci Bey. Her ikisi de Mustafa Kemal Paşa’nın yakın ve güvenilir dostları olmuşlardır. Öyle ki Mustafa Kemal Paşa’nın 1918’de İzzet Paşa Kabinesinde Harbiye Nazırı olmayı dilediği mektubunda kabineye kendisiyle birlikte alınmasını önerdiği  kişilerden biri İsmail Canbulat Bey’dir. Osmanlı Mebusan Meclisi’nde Dahiliye Nazırı, 920’de Malta’ya sürgün, 923’te Ankara Meclisi’nde mebus. 926’da İzmir’de Mustafa Kemal’e suikast davasında sehpadadır!

Ömer Naci Harbiye’den sınıf arkadaşıydı Mustafa Kemal’in… İttihat Terakki’nin gür sesli ünlü hatibi… 913’te Bâb-ı Ali Baskını’nda en ön safta yer almıştır. Bütün “nümayişlerin” coşkun konuşmacısıdır. Yaman bir adam olduğu söylenir. Mustafa Kemal’e edebiyatı, dans etmeyi ve rakı içmeyi öğretendir. 916’da Irak Cephesi’nde Teşkilat-ı Mahsusa komutanı iken tifüsten öldü. Ölmeseydi  926’da İsmail Canbulat’ın ardından sehpaya çıkmasının kuvvetle muhtemel olduğunu söylemekte hiçbir sakınca yoktur.

Teşkilat-ı Mahsusa mı?

Enver Paşa’nın emriyle kurulmuş çoğunluk Çerkes savaşçıların oluşturduğu gerilla birlikleridir. Enver Paşa bu özel birliklerin başına Çerkes Kuşçubaşı Eşref’i getirmiştir. Kuşçubaşı Eşref Dünya Savaşı sonrasında başlayan Anadolu direnişinde Düzce-Gerede hattında Kuvay-ı Milliye’dir. Çok öncesinde 911’de Trablusgarp’ta Enver ve Mustafa Kemal ile birlikte yanlarında Çerkes Reşit Bey, gerilla komutanı olarak görülür Eşref Bey. Şu İttihatçılar kim ne derse desin yaman adamlardı. Adında hem “Türk” hem de “Cumhuriyet” geçen tarihteki ilk Türk devletini Çerkes Kuşçubaşı Eşref başkanlığındaki Teşkilat-ı Mahsusa birlikleri kurmuş genelkurmay başkanlığına da Çerkes Reşit Bey’i oturtmuşlardır 913’te…  Şaka değil! Evet, tamam devlet ancak iki ay falan ayakta kalabilmiştir ama 30 bin kişilik bir ordusu, ay yıldızlı üç renkli bayrağı, puluyla, haber ajansıyla, tamı tamına bir devlettir.

Çerkes Kuşçubaşı Eşref’in 926’da sehpaya çıkmaması ve 964’e kadar upuzun yaşaması bana sorarsanız tam anlamıyla bir mucizedir. Düşündükçe mana veremem rahat döşeğinde ölmüş olmasına. Neyse ki küçük kardeşi Hacı Sami yaşadığı hayata uygun bir şekilde ölerek bizi yanıltmamıştır. Enver Paşa’nın hayal dünyasını kışkırtıp Türkistan yollarına düşürenin ve ona “akıl hocalığı” yapanın da Hacı Sami Bey olduğunu ileri sürenler yok değildir. Ama doğru ama yalan, Mustafa Kemal’e suikast için “Adalardan” tekneyle geldiği Ege’nin Bozdağı yaylasında çatışmaya girdiği jandarmalar tarafından öldürülmüştür 927 de. Bu, trajik de olsa, kabul etmeliyiz ki hakiki İttihatçıya yakışan bir ölüm tarzıdır!

Peki Bekir Sami’yi ne yapacağız? “Kunduk” değil, “Günsav” olanı.

Attila İlhan’ın şiirinden fırlamış gibidir, Batı Cephesi’nde gerilla savaşını başlatmak için Bandırma vapurundan indiğinde:

“Kim kaldı/ müdafaa-i hukuk cemiyeti’nden/ avcı ceketi/ körüklü çizme/ astragan kalpak/ bazen ittihatçı/ hafif iştirakiyun/ öfkeli kaşları salkım saçak/ kumral bıyıkları mahzun/ hani felaket tütün içerler/ ceplerinde idam fermanları/ bellerinde söğüt yaprağı bıçak/ ya millet meclisi’nde meb’us/ ya kuva-yi seyyarede asker…”

Ve  Ethem Bey.

Uzun bir hikayesi vardır koca Çerkesin… Özel bir yazıyı hak edecek kadar uzun… Başka bir zamana kalsın. Vesselam.

Mehmet Bozkurt

Kaynak: soL Haber Portalı http://haber.sol.org.tr