Çar II. Aleksandr’ın, 1861 yılında Rusya’da köleliği kaldırdı diye halefi olduğu Nikolay’dan daha az zalim olduğunu ilan edecek değiliz elbet. 1800’lü yılların başlarından itibaren gelişen sanayileşmeye bağlı olarak özgür kol emeğine duyulan ihtiyaç ile, serfliğin tarımda üretici güçlerin gelişmesini engelleyici karakteri, Aleksandr’ın bu kararı almasında birincil derecede etken oldu.

Tabii sadece bu değil. Zalim Çar yönetimine karşı sarsıcı isyanlar var. 1820’den 1861’e kadar, Kafkasya dahil, köylü ayaklanmalarının sayısı çeşitli kaynaklarda 1200 ila 1400 arasında değişiyor. Bu, bütün Rusya coğrafyasında köleleştirilmiş toprak emekçilerinin isyanlarının baskılara rağmen önünün alınamadığı anlamına geliyor. Kafkasya dahil.

Rusya’da uygulanan toprak rejiminin daha beteri Kafkasya’da uygulanıyor. Ayrıca Kafkasya kendi geleneksel hukuk sistemiyle de özel bir yer. Özel dememin nedeni şu: Temsil, Kabartay bölgesi XVIII. yüzyılın ikinci yarısında İslamlaştıktan sonra bile Kuran’ın vaaz ettiği “kısasa kısas hükümleri”, feodal beyler söz konusu olduğunda sükut ediyor.

Çerkes tarihçi Şora Bekmurze Noghumuka bunun üzerinde dikkatle duruyor. “Çerkes Tarihi”nden aktarıyorum:

“Hukuk davaları ile şahsa tealluk meseleler İslam şeriatı hükümlerine göre hâlledilirdi. Prensler ve beyler, ya da beylerle milletin kişileri arasındaki meseleler ise eski âdet (Khabze) ve yürürlükteki geleneklere göre karara bağlanırdı…” (Çerkes Tarihi, çev. Vasfi Güsar, 1974, s. 188)

“Khabze” mi?

Yazılı olmayan yasalara “khabze”deniliyor. Uygulayıcıları da bey takımı oluyor.

Şora Bekmurze devam ediyor. Ve devam ederken Kafkas-Rus savaşlarının sürdüğü sıralarda 1818’in başında, Kabartay beylerinden oluşan bir heyetin Moskova’ya gittiğini yazıyor. O tarihlerde Çarlık koltuğunda I. Aleksandr oturuyor. Sonrası şöyle:

“Çar I. Aleksandr heyeti güzel karşıladı, üyeleri kendisinin de bulunduğu resmi ziyafetlere davet etti. Onların sarsılmayan bu sadakat ve bağlılıklarına kanaat getirdiği için bu üstün yakınlık ve teveccühün sembolü olarak Kabartay Çerkeslerinden kendisi için bir de özel muhafız alayı teşkili emrini verdi ve bu muhafız alayının masrafı olarak da bir miktar para tahsisi eyledi. 20 Ocak 1818’de çıkan bir imparatorluk fermanı ile Kabartay Çerkeslerine birçok imtiyazlar bağışladı…”(s.189)

Bekmurze burada bitiriyor… Ben devam edebilirim. Kabartay feodallerine tanınan ayrıcalıklar bunlarla sınırlı kalmıyor. Rusya’da kölelik 1861’de kaldırılırken Kafkas feodallerinin girişimiyle Kabartay’da 1864, Abhazya’da 1870 yılına kadar, bu defa Çar II. Aleksandr’ın buyruğuyla ötelenecektir. Araya küçük bir not sıkıştırmamın sakıncası yoktur umarım.

Şöyle Büyük Sürgün diyoruz. Göç edenler de var. Kabartay göçünde feodallerden dokuz aile olduğunu öğreniyoruz. Bunlar Müslüman’dır ve köleleriyle birlikte geliyorlar. Osmanlı’nın yasaları köle sahibi olmaya engel değil. Bunu biliyorlar.

Başa dönüyorum. Çerkesya’da üç ihraç malının öne çıktığını, büyük alıcının da Osmanlı olduğunu görüyoruz. Kürk, kereste, köle… İlk ikisini şöyle bir yana alalım. Konumuz değil. Üçüncüsü yazımızın konusu ve bu defa bir soru için izne ihtiyacım var, çok kısa: Köleler nasıl sağlanıyor?

Öyle ya keresteyi anladık Kafkasya orman denizi. Kürk de anlaşılıyor. İyi, güzel… Peki, köleler?

Şöyle: Bir, kölelikleri “soy”dan süregelenler var. Bu kategoriye girenlerin durumları pek umutsuz. Özgürlükleri efendilerinin azat etmesine bağlı. Ancak azat edilseler bile kölelik sıfatı kuşaktan kuşağa taşınan bir damga olarak sürüp duruyor. Halen, günümüzde dahi, elbette Diaspora’da, en çok Uzun Yayla’da dolaşımda olan bir kavramdır köle. Kuşkusuz günümüzde köle sınıfından sayılanların sırtlarına vurulmuş bir angarya yoktur ama, temsil, hani “Paşa” diyoruz ya, sırmalı, kordonlu, madalyalı falan, fark etmez o sıfattan kurtulamazlar. Diyelim oldun. Yani paşasın… Çerkes döner ve bıyık altından şöyle der “Ha aferin çocuğa ama o falancaların azatlısı değil miydi yav!”

Ancak tam burada genelleme tuzağına düşmemek gerekiyor batı Çerkesleri Şapsığ, Abzeh, Hakuç ve Natuhaylar bundan müstesnadır. Bu saydığım kabileler daha 1700 başlarında kendi feodallerini kovalamış ve özgürleşmişlerdir. Bu kabilelerde rastlanan az sayıda köle diğer köleci kabilelerin, özellikle Kabartay ve Abhaz beylerinin zulmünden kaçıp sığınanlardır. Sığınmacıların bir kesimi bağ bahçe işlerinde çalışarak evin geçimine katkıda bulunurlar. Onlara ailenin üyeleriymiş gibi davrandıkları da doğrudur. Lâkin geçim derdi ailenin kapısını çaldığında sığınmacıyı limana indirmek haktır! Limanlarda ihraç mallarını bekleyen Osmanlı gemileri demirlemiştir.

“Bir” demiştik…

Şu da iki savaş esirleri… Çerkesya bir anlamda sürekli savaş hali demektir. Ruslar, Tatarlar, Kazaklar… Olmadı mı, kabile savaşları hiç eksik değildir.

Çerkesler, savaşın sonunda ya esir alıp köleleştirirler ya da esir olup köleleşirler. Her çeşit durumda limana inilir! Örnek, ünlü tarihçimiz Halil İnalcık’tan olsun: “Kırım akıncı birliklerinin diğer bir esir devşirme sahası Çerkes vilayetleridir… 1541 seferinde 50 bin esir toplanmıştır. 1544 yılında, Kabartaylara yapılan seferde ise 10 bin esir alınmıştır…” (Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, Eren Y., İst. 2000, s. 338)

Halil İnalcık, 1450’den 1770’e kadar Osmanlıların egemenlikleri altında bulunan Kırım’dan sağladıkları gelirin en büyük parçasının köle ticaretinden kaynaklandığını yazar. Ayrıca gayrimüslim tacirlerle Avrupalı tacirlere getirilen alışveriş yasaklarıyla Osmanlı ve Kırımlı Müslüman tacirlerin korunduğunu da not olarak düştüğünü belirtmeliyim.

Bir de, Kafkasya’ya değişik tarihlerde çeşitli nedenlerle yolu düşmüş asker ya da seyyahların yazdıklarından edindiklerimiz var.

Bu da “üç” olsun, şöyle “ Vatana ihanet en büyük suçtu. İhanet amacıyla Ruslarla haberleşen veya casusluk yapan idam edilir ya da bütün ailesi ile birlikte köle olarak satılır, mallarına el konurdu.” (James Bell, Çerkesya’dan Savaş Mektupları, çev. Sedat Özden, Kafkas Vakfı Y., İst. 1998, s. 125)

Bu arada F. F. Tornau’nun “Bir Rus Subayının Kafkasya Anıları” adını taşıyan kitabından, Abhazya’da “aşağı sınıftan” olanların prens ve asilzadelere hakaret etmesi halinde köleleştirildiğini, bunların özgürlüklerini yeniden kazanabilmeleri için fidye ödemeleri gerektiğini öğreniyoruz. (Çev. Keriman Vurdem, Kafkas D. Y. Ank. 1999, s. 53)

Fidyenin ödenmemesi halinde “liman” yolunun bir seçenek olarak ortaya düşeceğini belirtmeme gerek yok ama ben yine de not olarak düşmek istiyorum.

(Biliyorum uzadı ama söz, haftaya bitecek)

Mehmet Bozkurt

Kaynak: soL Haber Portalı http://haber.sol.org.tr