Büyük ataları Nartlar kadar sıkı-fıkı olmasa da güzel güzel yaşayıp gidiyorlardı sayıları bir hayli çok olan tanrılarıyla. Sonra şalvarlı, tuhaf serpuşlu, bıyıkları karga kanadı demir attılar Çerkezistanın Soğucak limanına. Kafasında Çerkes kabağı iriliğinde, kavuk denildiğini sonradan öğrenecekleri bir serpuş olan Osmanlı Ordusu Başkomutanı mağrur ve mütehakkim Canik Ali Paşa kıyıya yanaşan tekneden inen ilk adem oldu.

Ünlü tarihçi Cevdet Bey’in yazdıklarına inanacak olursak kıyıya inenlere fazlaca sokulmadan şöyle biraz uzakça bir mesafeden ama düşmanca da davranmadan seyre durmuş çoluk çocuğun da aralarında olduğu meraklı bir Çerkes kalabalığı. Gülüşüp el kol hareketleriyle selamlamışlar Osmanlı askerlerini. Bu dostane davranıştan pek hoşunt kalan Osmanlılar hemen kıyıya çadırlarını kurup yatmaya durunca…

Ama gerçek ama uydurma, bilemeyiz “Benim diyen yiğitler, yola sığmayan bahadırlar bir öküz fiyatına satıldı” diye yazar Cevdet Bey ünlü Tarih -i Cevdet’te… Anladığım ve kısacası, “çangal bıyıklı” yeniçeriler derin uykudayken Çerkesler, gece baskınıyla kafalarına çadırlarını geçirip yallah!

Demek istediğim ve tarihçimizden öğrendiğimiz kadarıyla 1778 yılında Osmanlıyla Çerkesler arasında kurulan ilk doğrudan temasın Osmanlılar açısından pek te sevimli olmadığı yönündedir.

Büyük ataları Nartlar kadar sıkı-fıkı olmasa da güzel güzel yaşayıp gidiyorlardı sayıları bir hayli çok olan tanrılarıyla!

Bu defa ardında öncekinden çok daha kalabalık ve iyi donanımlı yeniçeriler, ellerinde Kuran dillerinde dua sarıklı hocalar ve kuşaklarında usturaları sünnetçiler olduğu halde Kafkas kökenli bir deşirme paşa olan Gürcü Feruh Ali Paşa iner gemiden. Tarih-i Cevdet’te işaret edilen tarih 1782’dir.

Yok, düşündüğünüz gibi değil yani sünnetçi takımı ellerine kuşaklarına atıp “Ya Gaffar ya Settar…” işe başlamış değiller. İlkin Kafkas geleneklerini iyi bilen Feruh Al Paşa getirmiş olduğu bol ve değerli hediyeler eşliğinde Çerkeslerin hatırı sayılır birinin evine konuk olmur, Cevdet Bey’in yazdıklarına göre. Artık “İslam’ın, ruhu terbiye etmeye yönelik önerilerinin kendi doğasına daha uygun olduğunu aniden keşfetmesi mi “ yoksa önüne serilen hediyelerin ihtişamı mı burası karanlık, Çerkes Beyi “Eşhedü en la ilahe…

Sünnetçi sonra… Ardından Feruh Ali Paşa’nın Şapsığ Beyine damat olması var. Büyük ataları Nartlar gibi çok sayıda tanrıları olan kıyı Çerkeslerinin tanrı sayılarını bir’e indirip İslam’a geçmelerinin hikâyesi elbette bu sözcüklerle değil ama öz itibariyle böyle anlatılır Tarih-i Cevdet’te. Yine de “Khabze” dediğimiz geleneklerden beslenen Çerkes/Adige yasaları çoğu kez geçerliliğini günümüze kadar korumuş ve İslam “khabze”ye uydurularak olabildiğince yumuşatılmıştır. Tam bu cümleyi yazdığımda aklıma Yahya Kanbolat Bey’în (1.TİP’ten milletvekili, Antakya, Reyhanlı’lı Abzah…) “Kuzey Kafkasya Kabilelerinde Din ve Toplumsal Düzen” adını taşıyan çalışmasından kısa bir bölüm aktarasım geldi: “ Çerkesler 1880 yılında Reyhanlı ilçesi Haran Köyüne iskân edildiklerinde düğüne çıkan kızlar İslamiyet gereği yüzlerini gayet ince bir tülle örterler ama dinlenme odasına çekildiklerinde kepçeyi küpe daldırıp şuet (şarap) içerlerdi. Animist dönemdeki folklor, İslamiyet koşullarında böyle uygulanmıştı…” İslam’ın şarap yasağını delen Abzahlar, İslamın olmazsa olmaz beş şartından biri olan zekât’ın kendilerine ağır gelen bölümünü en azından bu dünyada vermemenin yolunu bulmuşlar, hesabı ahirete bırakmak becerisini göstermişlerdir. Şöyle Osmanlıya tarım ürünlerinden vermekle yükümlü oldukları öşür, yüzde on tarım vergisi umurlarında olmamıştır. Ürttikleri bir avuç darı, ne ki… Üç beş ölçek darıyı imamın önüne döktüklerinde sen sağ ben selamet.. Ancak esas olarak hayvancılıkla uğraşan Abzahlar, hayvan sayısı üzerinden hesaplanan kırkta bir zekâta, İslamın olmazsa olmazı olmasına rağmen hiç mi hiç güleç yüzle bakmadılar. Derhal yüzlerini ekşitip imamla pazarlığa oturduklarını yazar Yahya Kanbolat. İslamla ilişkilerinin pek de sağlam olmadığını bilen imam efendi de iyiden iyiye islamdan soğumalarının önünü almak için Abzahların dâhiyane önerilerine boyun eğmek durumunda kalır. Öneri basit olup şimdi bile bana gayet hakkaniyetli gelir. Zekât için payına düşen, temsil, on koyunu önüne katan Abahaz ısız bir yere koyunları götürcek ve gayet pes, duyulur duyulmaz bir sesle “Bu zekât kimin nasibi ise ona kısmet etsin” şeklinde üç defa seslenecektir. Dediğim gibi pes ve derinden bir sesle… Alan olmayınca sizinki koyunları önüne katıp gerisin geriye evine dönecektir. Zekât vermek istemiş ancak kime versin ki Abzahçık! alan olmamıştır maalesef!

***

Kafkasya’da Çerkeslerin bir bölümü ister İslam’ın nurani gücü, ister rüşvet deyin İslam’a yarasız/beresiz daha kansız bir geçiş yapmışlardır denilebilir. Sünnet hariç… Lakin orta bölgelerde, özellikle de Kabartay’da hiç de böyle değildir.

***

Kabartaylar’ın, Rusların 950’li yıllarında Hıristiyanlığı kabül ettikleri notu gözönünde tutulursa, onlardan yaklaşık 500 yıl önce Roma İmpartoru Justinyen döneminde Hıristiyanlığa geçtiklerini okuyoruz “Çerkes Tarihi”nin yazarı Şora Bekmurze’den

Doğuda, daha 13’üncü yüzyıldan itibaren İslamiyeti kabüllenmiş Dağıstan-Çeçen kabilelerinin, daha Batıda sömürgeci Osmanlının himayesine girmiş Müslüman Kırım Hanlarının hediye, rüşvet, kılıç zoru dâhil her türlü hile ve zorbalıklarına rağmen Kabartay coğrafyasında “lailaheillalah” deyeni bulmak imkânsız denecek kadar zor olduğunu da Bekmurze’den öğreniyoruz… Detirtemiyorlar. Demeleri sonradan olacaktır. Sonrasına da kulak asmayın, Evliya Çelebi 17’ nci yüzyıl ortalarında Başkâtibi Haşim Efendi’yle oralarda dolanıyordu, değerli gözlemlerini yazdırdı: “Kâfir ve Müslüman değillerdir. Kendilerine kâfir dense kızarlar. Behey Müslüman desen göz yumarlar. Haşr ve neşri (kıyamet ve yeniden diriliş) inkâr ederler. Çerkeslere kâfir desek aman vermeyip öldürürler. Lailaheillelah derler ama semiz domuzları kuyruğundan yerler. Oruç tutmazlar, namaz kılmazlar…”

***

Tamam, Evliya Çelebi biraz abartırdı olayları… Hatta “uydurukçu” olduğunu da söyleyebilirsiniz. İyi de, peki benim tanıklığıma ne diyeceksiniz? Aradan kuşaklar geçtikten sonra babaannemin namaz kılarken seccadesinin başına yanan bir mum dikmesine ne diyeceksiniz?

Hangisine yaranmak istiyordu, İsa ya mı, Muhammede mi? Müslümanın böylesine ne demeli?

(Devam edecek)

Mehmet Bozkurt

Kaynak: soL Haber Portalı http://haber.sol.org.tr