“Eğ başını ey karlı Kafkaslar Boyun eğ /gelen Yermolov’dur!”

Savaş meydanlarının Akhilleus’u olarak biliniyor Yermolov. “Yenilmez” general.. “İsmini süngüyle kayalara kazıyan adam” olarak nam salmış bu seçkin askerin ordunun başına getirildiğini ve Kafkas seferinin başladığını duyan Puşkin, Rus edebiyatının kurucusu olarak bilinen ünlü şair Aleksandr Sergeceviç Puşkin böyle selamlamış Yermolov’u.

Yaşayanlar tarih düşmüşler ve 1816 – 1827 yılları arasındaki 11 yıllık dönemi “Yermolov zamanı” olarak adlandırmışlar. O yıllarda Kabartay bölgesini kasıp kavuran ve köyleri bire varıncaya kadar kıran veba salgınını bile “dağlılara” unutturmuş Yermolov! Gezgin ozanlar ve olay anlatıcıları zamanı belirlemek için “Yermolov’dan önce” ya da “sonra” diyerek kerteriz düşmüşler.

***

Savaş tarihçilerinin “Kafkas Hattı” adını verdikleri “hat” bir boğma telidir. Bizim Adigeler “Mezdegu” diyorlar, Kabartay coğrafyasında bulunur ve “sağır orman” anlamına gelir günümüzde Mozdok şehri, 1763 yılında bir Rus kalesi olarak kurulmuştur. “Hat”tın ya da boğma telinin başlama noktası bu Rus kalesidir. Rusların Kafkasya’yı kuşatıp boğmak için kurdukları “hat”tın ilk kalesinin ilk komutanı da üzülerek ancak cesaretle belirtmeliyim ki “bey” taifesinden birileriyle dövüştükten sonra Müslüman olarak yatıp, Hıristiyan olarak kalkan ve Ruslara sığınan Kabartay prenslerinden biridir. Süreç içinde bu “hat” Azak denizine kadar uzanacak ve Kuzey Kafkasya kalelerle, askeri garnizonlarla kuşatılacak, Rus işgali yayıldıkça bu “hat” güneye doğru yürüyerek “dağlı halkları” kıskaca alacaktır.

Yermolov ve sonrakiler Kafkasya’yı kuşatıp adım adım zaptederek, her zaptettikleri yere kale ve garnizon inşa ederek, gerillanın sığınağı ormanları yakıp keserek, yıkıp dağıtarak boğma ipini her aşamada gerip bütün coğrafyayı soluksuz bırakarak kanlı ve zalimane metotların uygulandığı bir katliam savaşı yapmışlardır. Yermolov’un şu sözlerine ne denilir siz karar verin: “Benim vahşi ve gaddar görünüşüm (Okudum Yermolov, iki metreyi aşkın boyu 150 kiloluk bedeniyle haza bir ayıdır m.b) neler düşündüğümü dışarı haber verirken onların üzerinde her an savaştan konuşurken dişlerimi boğazlarına geçirdiğim etkisini üzerlerinde bırakıyorum. Ve onların en büyük şansızlığı bu durumdan hoşlanmadıklarını anlamam olmuştur.. “Tam bir kaçık”.

***

Şimdi bizim Osmanlının sahibinden habersiz olarak nasıl yer-yurt dağıttığına dair bir parantez açmama izin verin.

Açtım:

Sahiden tam da böyle oluyor. 1774 yılında Osmanlı Ruslarla savaşıp yenik düşüyor. Bunda yadırganacak bir yan yok, 1774’e varıncaya kadar son yüz yıldır ve sonraki yüzyıllarda hep yenik düşüyor. Her savaş sonrasında olduğu gibi bir antlaşma imzalanıyor. Bu Küçük Kaynaraca Antlaşması oluyor. Antlaşmanın maddelerinden biri Kırım Hanlığının Ruslara bırakılması yönünde… Peki, ne var bunda diyebilirsiniz. Var.. Var çünkü bu maddenin devamında Kabartay’ın Kırım Hanlığı toprakları içine dahil edildiği var. Ve bundan Kabartayların herhangi bir şekilde haberleri yok. Üstelik Rusya bunu sadece Kabartay bölgesiyle de sınırlı tutmuyor, bütün Adige coğrafyası benim diye tutturuyor. Adigeler olmazlanıp direnince Rusya bu defa “antlaşma ile yasallaşmış hükümranlığımı dinlemiyorlar” diyerek zora başvurduğu gibi bizim Adigeleri bir de “haydut” ilan ediyor bütün dünyaya.

Tek bir örnekle yetinemeyiz bir tane daha isteriz, derseniz “Edirne Antlaşması”nı sıraya koymam gerekir. Osmanlı, söylemeye gerek var mı bilmiyorum Ruslar karşısında aynı “hazin” sonu yaşıyor. Bunun tarihi 1829. Bu tarih önemli çünkü Kafkas-Rus savaşlarının en kanlı safhaya girdiği dönem oluyor ve sahneye çok geçmeden Şeyh Şamil çıkacak, daha önce değindiğim için geçiyorum, 1829 aynı zamanda “Edirne Antlaşması” oluyor. Maddelerinden biriyle Çeçenistan Ruslara bırakılıyor ve Çeçenlerin bundan zırnık kadar haberi olmuyor. Parentezi kapatıyorum..

***

Şamil 25 yıl gerilla savaşı veriyor.. Rus ordusunun kuşattığı Dağıstan’ın Gunib dağında savaşçılarının ısrarıyla teslim olduğu biliniyor: 1859

Doğru, yanlış Şamil’le onu teslim alan Prens Baryatinski’nin arasında geçen konuşmadan bir bölüm aktarmadan edemeyeceğim, “Bu topraklar için mi savaştın nereye baksan taş kaya” diyen Baryatinski’ye Şamil’in verdiği yanıtı şu oluyor: “Söylesene Serdar, hangimiz daha haklıyız bu savaşta: bu toprakları güzel bilip bu topraklar uğruna ölen biz mi, yoksa beğenmeyip yine bu topraklar uğruna ölen siz mi?”

Oğullarından birinin bir “sığıntı” olarak İstanbul’da öldüğünü, bir diğerinin de Çarın ordusunda general olduğunu bilmeden Şamil’in ölümü, yaşadığı hayatın ve verdiği kavganın bir ödülü olmalıdır demekten kendimi alamıyorum. Bu büyük savaşçının bizzat Çar tarafından karşılandığını ve “fevkalade” saygı gösterildiğini yazar harp tarihçileri, bir de son seslenişini:

“Dağlılarım! Bu çıplak, bu yabanıl dağları sevin. Size pek az dünya nimeti sundu bu dağlar, ama bu dağlar olmasa, sizin toprağınız sizin toprağınıza benzemezdi ve toprak olmadı mı, siz yoksul Dağlılar için özgürlük de olmazdı. Çarpışın bu dağlar için, savunun onları. Kılıçlarınızın ıslıklarını duyayım ve rahat uyuyayım son uykumda.”

Puşkin general Yermonov’un bütün ustalığına ve despotluğuna rağmen Kafkaslılarla başedemeyip görevden alındığından ve büyük bir “mahcubiyet”le Moskova’ya döndüğünden elbette haberdar oluyor. Kafkas dağlarının Yermolov’a eğilip diz çökmediğini de görüyor. Dağlılar soluksuz kalıncaya kadar, bu, Mayıs 1864 demektir, savaşıyorlar..

Evet, doğrudur ve tarih baba şöyle not düşüyor: Yenildiler!..

Puşkin bu onurlu direnişin sonunu göremiyor.. 1837’de bir düelloda öldürülüyor.

***

Sonrası çok yazıldı. Çok söylendi.

Göç ya da sürgün..

Hangisi yaşanılan dramın şiddetini azaltır ya da arttırır.. “Göç”ün daha az acıtıcı olduğunu kabul etsek bile süreç içinde bıraktığı iz daha mı az derindir “sürgün”den..

Atları, altınları, köleleriyle ellerini kollarını sallayarak gelenler de oldu, biz buna “göç” diyoruz. Kılıç zoruyla teknelere bindirilenler de, buna da sürgün.. Tekne kiralayıp halife eteği öpmek için “kutsal” belledikleri topraklara “hicret” niyetiyle gelenler de oldu, düzenbaz Osmanlının bol mısır ve bol pirinç masallarına kananlar da.. Sonra döküldüler nar taneleri gibi limanlara.. Esir tacirleri ki insan eti yiyen akbaba!

Şimdi buradalar.. Buradayız..

Çoğunluk yüreği Kafkasya’ya dönük!

Oshamafe’de yaprak kımıldasa onların yüreği bildiğiniz deprem!

Ve şimdi onlar:

“Bütün halklar gibi( yiz),

Biraz kuşdili,

Biraz kahvefalı,

Ve biraz da düş..”

***

Not: Yazı dizisini hazırlarken yararlandığım kaynakları herhangi bir sistematik gözetmeden aktarıyorum:

Ufuk Tavkul: Kafkasya Gerçeği, Selenge Yayınları, İst. 2009

John F.Baddeley: Rusların Kafkasya’yı İstilası ve Şeyh Şamil,(çev.Sedat Özden)Kayıhan Yayınları, İst.1989

Yahya Kanbolat: Kuzey Kafkasya Kabilelerinde Din ve toplumsal Düzen,Bayır yayınları, Ank.1989

Hayati Bice: Kafkasya’dan Anadolu’ya Göçler, Diyanet Vakfı Yayınları, Ank.1991

Moşe Gammer: Sovyet Tarihçiliğinde Şamil, (çev.M.Gökhan Menteş) Şami Eğitim ve Kültür Vakfı, İst.1994

Nihat Berzeg: Çerkes Sürgünü, Ank.1996

Şora B. Noghumuka: Çerkes Tarihi, (çev.Dr. Vasfi Güsar) Baha Matb.İst.1974

Kafkasya Üzerine Beş Konferans (içinde), RahmiTuna,Kafkas Kültür Derneği Yayınları, İst.1977

Mehmet Bozkurt

Kaynak: soL Haber Portalı http://haber.sol.org.tr