Yeryüzündeki bütün halkların rıza göstereceği bir iskân planı ve hiç bir halkın gücenmeyeceği bir paylaşımı yapmak “Tha” da olsan zor ve pek yorucu olmalı!

“Tha”, Çerkeslerin tüm evrenle birlikte diğer ufak tefek tanrıları da yarattığına inandıkları en büyük tanrılarıdır. Duyduklarımın ve okuduklarımın aktarıcısıyım, kendi payıma inanmamak için bir neden de görmüyorum “Tha” dünyayı paylaştırırken Abhazyayı, Kafkasya diye okuyorum, öylesine özene bezene yaratmış ki kimselere vermeye kıyamayıp kendine ayırmış derler. Sonradan bakmış “paylaşım kuyruğuna” yetişip giremediği için ortalıkta kalmış birileri oraya buraya seyirtmekten helak olmuş duruyor kendisi için ihtiyarlıkta şöyle ayağımı uzatıp dinlenirim diye ayırıp, kimselere kıyıp veremediği Kafkasyayı “alın” demiş, “dolanıp durmayın peşimde” burası da sizin olsun. Biz Adigelerin, siz Çerkes dersiniz, ilk iskânı böyle başlamıştır. Yani Kafkasya’da yaşamakta olanların o topraklara sahiplenmekteki inatlarının ve diasporadakilerin bir gün tekrar dönme düşlerinin altında biraz da bu yatar, oralara onları iskân edenin “Tha” olduğu inancı.

Ve der ki Nartlar Destanı’nın ilk satırları, dağıtımdan önce, dünya henüz soğumuş “bir balçık küresiyken”, “üstü yeşermemişken”, “ve gökyüzü ağla örülmemişken” Nartlar “beşikte yatan” bebelermiş. Adigelerin ataları gelmiş geçmiş en büyük at yetiştiricisi olan Nartlar sakalları ağarmış ihtiyarlar olarak, öküz boynuzundan yapılmış kadehlere silme doldurdukları derecesi hayli yüksek “sane”leri (şarap) çektikten sonra, sözlerinin bir bölümünü aktardığım bu şarkıyı söylerler tanrıların da “Tha” hariç ufak tefek olanları onlara eşlik edermiş. İnanmamak için bir neden görmüyorum.

Nartların en yiğit ve en “eke” olanının Nart Sosruko olduğunu bilir miydiniz? O kadar açık ve net o kadar itiraz kaldırmaz bir inandırıcılıkta anlatırdı ki babaannem Nart Sosruko’yı, onun “yınıj” (Dev) larla kavgasını ve Setenay’ a olan aşkını, sanırdınız binlerce yıl öncesinden süzülüp ağızdan ağıza gelen bir destan/masal kahramanı değil de kendisinin bizzat tanıdığı bir “kaşen” (flört) tadında bir ahpabı… Yıllar sonra basılmış Arapçadan çeviri kitap olarak elime aldığım Sosruko’nun hikâyesinin kelimesi kelimesine olmasa bile babaannemin anlatımıyla çokça çakıştığını söyleyebilirim.

Tanrılardan ateşi Prometheus’un çaldığını söyler eski Yunan Tragedyaları. Prometheus bizim Sosruko’yla kuzen olurlar. Ateşi çalmaya yeltenen Promet’in nakıs teşebbüsten yakalanıp tanrılarca zincirlendiğini esas çalanın ve insanlığa armağan edenin Sosruko olduğunu Yunanlılar nereden bilebilir ki? Şimdi düşünüyorum da babaannem Prometheus’a “Promet” derken onu sanki biraz küçümser gibi miydi ne?

“Yerin ve göğün yaratıldığı çağda yetişkin bir erkek, dağların ve ırmakların oluştuğu çağda yaşlı bir adamdır Sosruko ve yaşadığı çağda Elburuz Dağı henüz karınca kadar kabarmamışken, el kadar Nart bebeleri İdil ırmağını bir adımda zıplar geçermiş…”

Sosruko’nun en büyük tanrı “Tha”yla derecesi hayli yüksek “sane”den fıçılar dolusu içtiklerini, “Tha”nın az da olsa sarhoşlamasına rağmen bizimkinin “bana mısın” demediği iddiasını bir yana bırakırsak babaannemin anlattıklarının geri kalan bölümlerinin gerçekliğine inanmamak için hiç bir neden göremiyorum… Ateşi de ancak böyle biri çalabilir. Ne dersiniz, sizce de öyle değil mi?

Bu bir destandır. Masal hükmündededir. Haklısınız yazılmasa da olurdu ama bir halkı tanımanın yollarından biri de onun masallarından, efsanelerinden, destanlarından geçmez mi?

Yani şöyle:

“Bütün halklar gibiyiz

Biraz kuşdili

Biraz kahvefalı

Ve biraz da düş…”

***

Hazar ile Karadeniz arasında, şimdi nerde okuduğumu anımsıyamadığım “Kafkas eyeri” benzetmesi de bu coğrafyaya aittir. Pek yaraşır. Ve biliyorum siz buna da “masal” diyip gülüp geçeceksiniz ancak, uzun zamandır bu köşeden seslenen artık sizlerle “kadim” denilebilecek bir ilişki içerisinde olduğuna inanan ben dostunuzun söylediklerinin doğruluğuna biraz inancınız varsa bu eyeri taşıyan atın gümüş kanatlı olduğuna ve efsanevi “altın post”u da sırtında taşıdığına inanmalısınız. Yıldız sağanağı altında dikelmiş başı “oshamafe”de, ki atlaslar da Elbruz Dağı diye geçer, sağrısı Karadeniz’de binlerce yıldır balkıyıp duran yemyeşil bir at…

Kafkas eyerinin üstündeki “altın post” ta başkalarının Çerkes dediği, onlarınsa kendilerine Adige dedikleri birbirlerine kuzen olan halklar yaşar: Abzah, Bjeduğ, Hatıkuay,Çemguy, Şapsığ, Kabartay, Hakuçu, Besleney… Sonra daha uzak kuzen çocukları: Oset, Abhaz…

Anlatılacak olan bu halkların Osmanlı’ya uzanan hikâyesidir. Telaşa gerek yok, kısa hikâyesidir. Bu (1) olsun ve buna “Giriş” diyelim… Devamı var.

Mehmet Bozkurt

Kaynak: soL Haber Portalı http://haber.sol.org.tr