KENTİN SESİ – ANKARA yazıları

Not: Bu yazı 1864 Büyük Çerkes Sürgünü’nün 138’inci yılı nedeniyle yazılmış ve 24 Mayıs 2002 tarihli soL dergisinde yayımlanmıştır. Yeni bir yıldönümü nedeniyle yeniden yayımlanırken sadece yazı başlığı değiştirilmiştir.

***

Büyük Çerkes Sürgünü 1864 yılının 21 Mayıs’ında başlar. 1856 Paris Antlaşması’ndan sonra Fransız, İngiliz ve Osmanlı birlikleri karşısında serbest kalıp rahatlayan 280 bin kişilik, ağır silahlarla donatılmış Rus Ordusu uzun süredir destansı kahramanlıklar yaratarak direnen Çerkeslere yönünü çevirir. Saldırıya geçer. Önce Kuzeydoğu Kafkasya düşer. 1859 yılına gelindiğinde Shapsugh, Abzegh, Wubıh ve Bjedugların yaşadığı bölgelerin dışında kalan Kafkasya toprakları işgal altına alınmıştır.

1861 yılında Wubıhların öncülüğünde “Bağımsız Büyük Çerkesya Meclisi” kurulur. Bu meclis etrafında toplanan “Çerkes Birliği” sonuna kadar savaş ve direniş kararı alır.

***

Newyork Times gazetsinde yazılar yazan Karl Marx insanlığın dikkatini Çerkes direnişçilerine çekmek için şunları dile getirir: “Ey dünya, ey insanlık! Bağımsızlığın anlamını Kafkas dağlarından öğrenin! Özgür yaşamak isteyenlerin nelere muktedir olduğunu görün. Uluslar onlardan ders alsın!”

***

Abzegh ve Shapsugh bölgelerinde direniş büyük olur. Hiçbir yerden destek ve yardım alamayan ve tamamen kuşatılmış olan Çerkesler bir dizi kanlı savaş sonrasında yenik düşerler. Kafkasya 1863 yılı sonunda Rus ordularınca işgal edilir. Son direnişçiler, Wubıhların evlatları Kafkas dağlarında vurulup düşerken işgal ordusu komutanı Kafkasya Genel Askeri Valisi’nin, Kafkasya Svaşları’nın bittiğini ilan ettiği 21 Mayıs günü Büyük Sürgün başlar…

***

Yorgun düştüler savaşmaktan. Çağrılar yaptılar tüm insanlığa. Sağır olmuştu insanlık, seslerini duyuramadılar. Sonunda yenildiler… Sağ kalanlar döküldüler Karadeniz’in Kesç, Anapa, Tuapsi, Soçi iskelelerine… Kendilerini alacak Osmanlı teknelerini, savaş artığı köhne Rus gemilerini beklemeye durdular.

Nar taneleri gibiydiniz..Aylarca süren bekleyişinizde önce salgın hastalıklar vurdu sizleri, öyle mi benim güzel babaannem!

Kimi paragöz gemicilerin küçücük teknelere zebun düşmüş 50-60 kişiyi tıka basa doldurup sonradan Karadeniz’in azgın sularına boşaltıp bu mecalsizleri, yeni bir yükün iştahıyla iskelelere döndüklerini okudum tarih kitaplarında …

Senin ölünceye kadar balık yememen bundan mıydı benim güzel babaannem!

***

Rakamlar verir tarih kitapları, 600 binden başlayıp 2 milyona varan… Hangisi doğru bilinmez. Hem ne hükmü olabilir ki söz konusu insan ise istatistiklerin, ne dersin benim güzel babaannem!

Kaçı çıkabilmiştir karşı kıyıya, kaçı öldürülmüş denize atılmış, kaçı kudurmuş dalgalara dayanamayıp parçalanan gemilerle birlikte denizde yitmiş bilinmez. Bebeğinin ölü olduğu anlaşılmasın diye onu günlerce deli denizde kucağında pışpışlayan, ona ninniler söyleyen bir annenin öyküsünü okumuştum yıllar önce. Ölü olduğu anlaşılan bebek hoyrat ellerce annenin kollarından koparılıp denize atılınca onun ardından kendini sessizce karanlık sulara bırakan bir Çerkes kadınının öyküsüydü…

Bu kadın ve bebeği istatistiklere dahil midir benim güzel babaannem!

Ne kadar çok tanrınız vardı babaanne… Orman,ay,yıldız sonra şarap, buğday, sonra ateş sonra tanrıçalarınız… En sonunda tek tanrıya kaldınız. Muhammediniz, İsanız yakarmak için ikonalarınız mumlarınız ve seccadeleriniz…

Onlar da mı sizleri yalnız bıraktı! Ondan mıdır bu dünyadan göçünceye kadar namazsız oruçsuz Allahsız kalman benim güzel babaannem!

Döküldünüz Samsun, Trabzon, İstanbul, Varna, Köstence iskelelerine önlerinizde yeni acılar boydan boya hüzün.

Sonra savruldunuz dünyanın bütün coğrafyalarına nar taneleri gibi! Öyle mi benim güzel babaannem!

Mehmet Bozkurt

Kaynak: soL Haber Portalı http://haber.sol.org.tr